Çok uzaklarda, buzların gökyüzüne değdiği, her kar tanesinin bir sır fısıldadığı Soğukluk Adası vardı. Bu adanın bembeyaz, kocaman bir dağının tepesinde, sadece geceleri ortaya çıkan, yedi renkten yapılmış sihirli bir Rüya Yayı bulunuyordu.
Bu yay, adanın tüm çocuklarına uyumadan önce renkli ve neşeli rüyalar gönderirdi. Rüya Yayının en küçük ve en meraklı bekçisi ise Cikcik adında, minicik bir penguendi. Cikcik’in gagası her zaman bir şeyleri sormak için hazırdı ve gözleri, etrafındaki dünyayı keşfetme ateşiyle yanıp tutuşurdu.
Bir gece, Cikcik Rüya Yayı’nın yanında nöbet tutarken, büyük bir sessizliğin çöktüğünü fark etti. Gökyüzü kararmış, yıldızlar titremeye başlamış, ama yedi renkli yay bir türlü ortaya çıkmamıştı.
“Ay ay ay! Rüya Yayı nerede?” diye panikledi Cikcik. “Eğer yay olmazsa, çocuklar o gece rüyasında gökyüzünde kayan yıldızları, konuşan ağaçları nasıl görecekler?”
Cikcik hemen, adanın en derin kuytusunda yaşayan, eski bilgileri bilen Buz Tilkisi Narin‘in yanına koştu. Narin, kuyruğu buzdan kristallere dönüşen, gözleri ise okyanusun en derin mavisi olan yaşlı bir tilkiydi.
“Buz Tilkisi Narin, yardım et!” diye nefes nefese konuştu Cikcik. “Rüya Yayı kayboldu! Çocuklar rüyasız kalacak!”
Narin, huzurla gerindi ve sesindeki sakinlikle Cikcik’in endişesini yatıştırdı. “Sevgili Cikcik,” dedi. “Rüya Yayı, kaybolmadı. O, bir çocuğun içinde sakladığı büyük bir Sıkıntı Bulutu yüzünden görünmez oldu.”
Cikcik şaşkınlıkla gözlerini kocaman açtı. “Sıkıntı Bulutu mu? O ne demek?”
“Rüya Yayı,” diye açıkladı Narin, “ancak kalplerinde huzur ve neşe olan çocuklara rüya gönderebilir. Eğer bir çocuk, uyumadan önce içinde bir şeyi çok büyük bir dert haline getirirse, o dert bir buluta dönüşür ve Yay’ın ışığını engeller.”
“Peki ne yapmalıyım?” diye sordu Cikcik, küçük kanatlarını çırparak.
Narin gülümsedi ve tüylü kuyruğundan tek bir pırıltılı kar tanesi düşürdü. “Bu Cesaret Kar Tanesi‘ni al. O, seni Sıkıntı Bulutu’nu taşıyan çocuğa götürecek. Unutma, en büyük macera, kalbinin içindeki sesi dinlemektir.”
Cikcik, Cesaret Kar Tanesi’ni gagasıyla tuttu ve kar tanesi onu yavaşça, adanın en sıcak evlerinden birine doğru uçurmaya başladı.
Kısa süre sonra, Cikcik pencereden içeri süzüldü ve yatağında oturmuş, büyük bir oyuncak ayıyı kucaklayan minik bir oğlan çocuğu gördü. Adı Can‘dı. Can, ertesi gün kreşte resim çizecekti ama biraz korkuyordu. “Ya benim resmim diğerlerininki kadar güzel olmazsa? Ya da yapamazsam?” diye düşünüyordu. Bu endişe, Can’ın başının üzerinde, görünmez bir Sıkıntı Bulutu gibi dönüyordu.
Cikcik, pencerenin pervazına kondu ve Can’a sevimli bir sesle seslendi: “Gecen güzel olsun, küçük dostum. Ben meraklı penguen Cikcik.”
Can, bir penguenin onunla konuştuğunu görünce şaşırdı ama Cikcik’in minicik ve sevimli hali ona güven verdi. “Sen neden buradasın?” diye sordu fısıltıyla.
“Ben Rüya Yayı’nın bekçisiyim,” dedi Cikcik. “Ve biliyor musun, senin içinde taşıdığın o Sıkıntı Bulutu, Yay’ın ortaya çıkmasını engelliyor. Gel, birlikte o bulutu kovalım!”
Cikcik, Can’ın yatağının kenarına tünedi ve ona maceralı bir fısıltıyla yaklaştı. “Şimdi, gözlerini kapat. O resim çizme endişesini düşün. O, senin içinde neye benziyor? Belki gri bir taş, belki de sert bir iplik yumağı?”
Can, gözlerini kapattı. “Kocaman, gri, ağır bir sırt çantası gibi,” diye mırıldandı.
“Harika!” dedi Cikcik. “Şimdi o sırt çantasını al ve onu bir kağıt gemi yaptığını hayal et. Sen onu küçültüyorsun, katlıyorsun, küçücük bir tekne oluyor. Şimdi, bu tekneyi, odandaki hayali bir suya bırak. Tekne, yavaş yavaş, yelken açıp uzaklaşıyor. Onunla birlikte tüm endişelerin de uzaklaşıyor.”
Can, gözleri kapalıyken derin bir nefes aldı ve yavaşça bıraktı. O ağır sırt çantası gitmiş, yerine içi hafiflemiş ve rahatlamış bir his gelmişti. Yüzünde, huzurlu bir uykuya hazır bir gülümseme belirdi.
“Gitti,” diye fısıldadı Can. “Artık sadece… boya kalemlerinin kokusunu hayal ediyorum.”
Can’ın kalbi rahatladığı an, evin penceresinden dışarıda, gökyüzünde muhteşem bir manzara belirdi. Yedi renkten oluşan Rüya Yayı, tüm parlaklığıyla gökyüzünde ışıl ışıl parlamıştı! Can’ın başının üzerindeki Sıkıntı Bulutu da eriyip gitmişti.
Cikcik, Cesaret Kar Tanesi’ne tutundu ve hızla Soğukluk Adası’ndaki Buz Dağı’na geri döndü. Rüya Yayı, adanın üzerine neşe ve rengarenk rüyalar yağdırıyordu. Cikcik, yayının en parlak mor renginin üzerine tünedi ve yorgunlukla gözlerini kapattı.
O biliyordu ki, o gece tüm çocuklar, en cesur ve en renkli rüyaları göreceklerdi.
Şimdi sen de gözlerini kapa, sevgili çocuk. İçindeki tüm o küçük sıkıntıları, kocaman bir gülümsemeye dönüştür. Unutma, Cikcik gibi, sen de çok meraklı ve cesursun. Huzurlu bir nefes al… ve tatlı rüyalar gör.
Bu masalın da minik okuyucuların içini ısıtmasını ve annemasallari.com’a neşe katmasını dilerim!